
Türkiye, merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki dengeyi uzun süredir tartışıyor.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana zaman zaman bu denge sağlıklı biçimde kurulmuşsa da, son yıllarda özellikle büyükşehir ve ilçe belediyelerinde ortaya çıkan keyfiyet, kayırmacılık ve hesap vermezlik, artık yeni bir düzenlemeyi kaçınılmaz kılmıştır.
Bugün Türkiye’nin birçok yerel yönetiminde adeta “derebeylikler” kurulmuş durumda.
Belediyeler, asli görevleri olan altyapı, çevre düzenlemesi, afetlere hazırlık, ulaşım ve temel kamu hizmetleri yerine, gösterişli ama işlevsiz projelere, kişisel PR çalışmalarına ve ideolojik faaliyetlere kaynak ayırıyor.
Bu keyfiyet hali, sadece kaynak israfına değil, aynı zamanda toplumsal güvenin zedelenmesine de yol açıyor.
Yerel yönetimlerin en hayati sorumluluklarından biri, şehirleri depreme dayanıklı hale getirmek ve altyapıyı güçlendirmektir.
Ancak özellikle son yıllarda “kentsel dönüşüm” projeleri ya rant odaklı olarak kurgulanıyor ya da siyasi kaygılarla erteleniyor.
Depreme hazırlık için ayrılan bütçeler başka alanlara kaydırılıyor, afet risk haritaları göz ardı ediliyor.
Bu durum, sadece bir idari zaaf değil, aynı zamanda vatandaşın can ve mal güvenliğini tehlikeye atan bir ihmaldir.
Yeni bir yerel yönetim yasasıyla, belediye başkanlarının sorumluluk alanları netleştirilmeli ve bu alanların dışına çıkan harcamalara sınırlamalar getirilmelidir.
Belediye kaynaklarının kişisel ikbal ve siyasal propaganda aracı olarak kullanılmasının önüne geçilmelidir. Bunun için;
Performans esaslı denetim sistemi getirilmelidir.
Her yıl belediyelerin zorunlu hizmetler endeksi yayınlanmalı, içme suyu kalitesi, ulaşım performansı, yeşil alan oranı, altyapı yatırımları, afet hazırlık puanı gibi kriterlerle objektif bir değerlendirme yapılmalıdır.
Belediye bütçeleri Sayıştay denetiminin dışında keyfi şekilde kullanılamamalı, yerel meclislerin etkisi artırılmalıdır.
Kamuya açık yatırım kararları dijital olarak şeffaf şekilde yayımlanmalı, vatandaş denetimi aktif hale getirilmelidir.
Ne yazık ki mevcut sistemde belediye başkanları, siyasi aidiyetlerine göre ya dokunulmazlık zırhına bürünmekte ya da yersiz baskılarla görev yapamamaktadır. Yeni düzenleme, hukukun üstünlüğü ilkesini esas almalı, yolsuzlukla mücadelede tüm belediye başkanlarını aynı eşitlikte ve adalet terazisinde değerlendirmelidir.
Sonuç olarak yeni bir yerel yönetim paradigması şart.!
Türkiye’nin artık sadece “imar planı” yapan değil, şehir kültürünü inşa eden, sadece yol ve kaldırım döşeyen değil, vatandaşın hayat kalitesini önceleyen bir yerel yönetim anlayışına ihtiyacı var.
Bu da ancak, çağın gereklerine uygun, denetlenebilir, şeffaf ve sorumlu bir Yerel Yönetimler Kanunu ile mümkün olabilir.
Belediyelerin “kişisel vitrin” olmaktan çıkarılıp “kamusal hizmet” merkezleri haline getirilmesi için şimdi adım atılmalı.
Aksi halde şehirlerimiz, günü kurtaran siyasetlerin ve hesapsız yatırımların enkazı altında kalmaya devam edecek.
Vesselam…
Kaynak: KentHaber27.com
Editor : Amatörce Gazetesi